Arap coğrafyası..
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, “Ortadoğu diye bir şey yok, kabileler ve köyler vardır”. Evet hoşumuza gitmese de doğruluk payı yüksek bu müstehzi ifadeler çok şey anlatıyor.
Konuşmanın devamında “Barış dediğimizde aslında bir illüzyondan bahsediyoruz. Ortadoğu’da hiç barış olmadı. Muhtemelen de olmayacak çünkü herkes kendi meşruiyeti için mücadele ediyor.” demişti aynı müstehzi edayla. Barış bizim güç sahibi olduğumuz yerde olmaz diyor aslında….
Tarihin beşiği, medeniyetlerin buluşma noktası, kadim dinlerin doğduğu topraklar. Fakat ne acıdır ki bugün bu topraklar, barutun, kanın ve gözyaşının simgesi haline gelmiş durumda. Her patlayan bombada, her yükselen dumanın ardında geride kalan bir çocukluk, tamamlanmamış bir gençlik, yarım kalan bir hayal var.
Savaş istatistiklerle konuşur; rakamlar söyler kaç kişi öldü, kaç kişi yerinden edildi, kaç çocuk yetim kaldı. Ama bu rakamların her biri, aslında bir hayat hikâyesinin sonuna konmuş noktadır. Adı bilinmeyen bir çocuk belki de doktor olacaktı, belki bir müzisyen, bir öğretmen… Ama şimdi ismi, bir toplu mezarın taşsız başlığına yazılmış hayal kırıklıklarından ibaret.
Suriye’de, Gazze’de, Yemen’de, Irak’ta—hangi haritaya baksan, arka planında bitmeyen bir trajedi var. Doğmadan önce ölen umutlar, okul çantasını hiç taşıyamayan çocuklar, sevdiğine veda edemeyen aşıklar… Hepsi birer tamamlanmamış hayat.
Bir annenin kucağında son nefesini veren bebeğin gözleri, bize şu soruyu soruyor: Bu dünyada adalet diye bir şey var mı gerçekten?
Tamamlanmamış hayatlar, sadece ölümü anlatmaz. Aynı zamanda hayatta kalanların da içinde taşıdığı boşlukları, eksiklikleri temsil eder. Çünkü savaş, sadece öldürmez; hayatta kalanları da içten içe kemirir. Bir babanın mezar taşına bakarken sustuğu yerde, bir kız çocuğunun oyuncak yerine mayın tarlasında büyüdüğü yerde, insanlık da sessizce ölüyor aslında.
Ortadoğu’da savaş sadece cephede verilmez. Savaş, bir annenin geceyi uykusuz geçirmesinde, bir çocuğun gökyüzüne korkuyla bakmasında, bir öğretmenin boş sınıf sıralarında gezdirdiği gözlerinde yaşar.
Ve biz…
Dünya olarak bu tamamlanmamış hayatlara kaç kez bakıp gözümüzü başka yöne çevirdik?
Belki de en büyük kayıp, sadece ölümler değil. En büyük kayıp, bu coğrafyada bir türlü filizlenemeyen barışın, kurulmak istenen geleceğin her seferinde yerle bir edilmesidir. Çünkü her tamamlanmamış hayat, aslında geleceğin biraz daha eksilmesi demektir.
Bir gün savaşların susacağına, bu coğrafyada çocukların yeniden gülerek oynayacağına inanmak istiyoruz. Belki o gün geldiğinde, tamamlanamamış hayatların anısı bize barışı daha kıymetli kılacak. Ama bunun olması için kabile ve aile iktidarlarının son bularak kurumları olan, hukukun işlediği ve bilimsel araştırmaların değer gördüğü devletlerin olması zaruri tabii ki..
Ama o güne kadar…
Tamamlanmamış hayatlar, bir vicdan aynası olarak önümüzde durmaya devam edecek.
Samir ALTUNKAYNAK
SESA Hukuk ve Adalet Direktörü